SUSAM

 Mart 2023’te hayata sessizce adım atan Susam. İki ay sonra bir mayıs günü sarı-beyaz tüyleriyle bir ilkbahar sabahı gibi sıcacık, yumuşacık patileriyle sanki evin değil de doğrudan kalbimizin eşiğinden içeri girdi. İlk bakışta sıradan bir tekir gibi görünüyordu; sokaklarda sıkça rastlayabileceğiniz, alışılagelmiş bir kedi. Zaman geçtikçe onun varlığında saklı olan sıra dışı güzelliği fark ettim. Gündelik hayatın telaşında gözden kaçan küçük mucizelerin temsilcisiydi adeta. Sessizliğiyle konuşuyor, gözlerindeki derinlikte bir şeyler anlatıyor, mırıltısıyla insanın kalbindeki taşları eritiyordu. Onunla geçirdiğim her gün, hayvanların da derin bir ruh hâli ve anlatmak istedikleri hikâyeler olduğunu bir kez daha hatırlattı bana.

Sabahları, güne onun varlığıyla uyanmak başlı başına bir ritüel hâline geldi. Saat kurmama gerek kalmadan, o benden önce gelir; uykunun en derin anında bile usulca odama süzülür. Mırıldanarak yanımda olduğunu belli eder, yorganın ucuna dokunan patisiyle uyanmamı bekler. O küçük dokunuş, "Gün başladı, buradayım, seni bekliyorum" diyen sessiz bir selam gibidir. Bu nazik uyanış, güne yumuşak bir geçiş sağlar. Bazen sırf onun sabrı ve sadakati sayesinde erken kalkıyor, kendimi daha huzurlu hissederek güne başlıyorum. Çünkü bir kedinin bu kadar zarifçe insan ruhuna dokunabilmesi, kelimelerle anlatılamayacak kadar değerli bir şey. Onunla geçirdiğim sabahlar, hayatın telaşı içinde unuttuğumuz o durup dinlenme anlarının kıymetini yeniden hatırlatıyor.

Susam’ın karakteri oldukça narin. Kalabalıklar arasında kaybolmaktan hoşlanmayan, ani seslerden irkilen ama kendi küçük dünyasında inanılmaz bir oyun coşkusu barındıran bir ruhu var. Sakinliğiyle tanınsa da bir çorap ya da plastik bir oyuncak fare bulduğunda gözleri parlar. Önce sessizce izler, avını kollayan bir yırtıcı gibi yaklaşır ve sonra aniden hamle yapar. Bu küçük av oyunları onun için sadece eğlence değil; doğasının bir parçası, içgüdülerini ifade etmenin zarif bir yolu. O anlarda, evin içinde bir aslan kadar gururlu dolaşır. Özellikle çorapları bulup bir zafer gibi sergilemesi, küçük şeylerden büyük mutluluklar çıkarmanın sembolüdür. Lezzet konusunda ise yaş mamaya ve özellikle de tavuk eti içeren yiyeceklere düşkünlüğü var. Yaz aylarında dondurmanın kapağını açtığımda anında belirir. Sessizce yanıma sokulup, o minik dilini uzatarak bir iki yalama hakkını ister. Bu ufak ama anlamlı alışkanlıklarımız zamanla kendi dilimizi oluşturdu; sadece bakışlarla anlaşır olduk.

Susam’ın en büyüleyici yönlerinden biri, kelimeleri anlaması ve onlara verdiği tepkilerdir. Kendi adını duyar duymaz başını çevirir, “gel” dediğimde adımlarını usulca hızlandırır. “Hayır” dediğimde durur, “aşkım” ya da “bitanem” gibi kelimeleri duyduğunda ise kucağıma sokulmak için yaklaşır. Sadece anlamakla kalmaz, karşılık da verir. Onunla konuşmaya başladığımda, yüzüme dikkatle bakar, başını eğip mırıldanarak adeta cevap verir. Bu karşılıklı etkileşim, bir insanla sohbet ediyormuşum hissi uyandırır. Aramızdaki bağ yalnızca sevgiye değil, derin bir anlayışa dayanıyor. Onunla kurduğum bu iletişim, klasik evcil hayvan-insan ilişkilerinden çok öte; iki ruhun sessizlik içinde birbirine temas ettiği bir uyumdur. Kelimelere ihtiyaç duyulmadan da anlaşmanın mümkün olduğunu Susam sayesinde öğrendim.

Aslında kediler hep böyle değil midir? Hayatımıza büyük gürültülerle değil, usulca dahil olurlar. Bir pencere önünde kıvrılmış, bir sokak köşesinde gölgelenmiş ya da bir kapı aralığında sessizce bekleyen o kediler... Hepsi de hayatımıza yük olmadan eşlik eder. Onları sahiplenmemiz gerekmez; bazen yalnızca bir bakışları bile yoldaşlık etmeye yeter. Dertlerimizi bilmezler ama yanında oturup sessizliği paylaşırlar. Kelimeleri çözmeye çalışmazlar, ama gözlerimizden duygularımızı okurlar. Onların varlığı, çoğu zaman bir terapiden farksızdır. Ne zaman yalnız hissetsek, ne zaman ruhumuz yorgun düşse, bir kedinin yanımıza sokulması her şeyi başka bir boyuta taşır. Çünkü onlar, varlıklarıyla huzur veren, sözcüklerin yetemediği yerde teselli sunan sessiz dostlardır. Ne yazık ki her kedi Susam kadar şanslı değil. Soğuk kış gecelerinde barınacak bir köşe bulamayan, açlıkla mücadele eden, sevgiye ve güvene hasret kalan binlerce kedi yaşıyor sokaklarda. Bazıları bir kaza sonucu bacağını kaybetmiş, bazıları insan ihmali ya da istismarı nedeniyle artık yürüyemez hâle gelmiş. O gözlerde, her şeye rağmen hâlâ bir umut parıltısı olur. Onlara mama vermek elbette önemli ama yeterli değil. Asıl mesele, o gözlerin içine bakıp “Seni anlıyorum, buradayım” diyebilmektir. Onların yaşadığı acıyı görmek, yürek ister. Ama tam da bu empati, bizim insanlığımızı şekillendirir. Çünkü gerçek bir yardım, sadece fiziksel değil; duygusal bir temas da gerektirir.

İşte tam bu noktada insanın elinden gelenin daha fazlası devreye girmeli. Sevgiyle birlikte bilgi, şefkatle birlikte uzmanlık gerekir. Son yıllarda artan hayvan rehabilitasyon merkezleri, bu anlamda umut verici bir gelişme. Eskiden gözden çıkarılan, yaşamdan koparılmış görülen hayvanlar için şimdi ikinci bir şans var. Fizik tedavi, özel bakım programları, bireysel ilgi... Tüm bunlar sayesinde sakat bir kedinin tekrar yürümesi, oyun oynaması, özgürce yaşaması mümkün hâle geliyor. Bu merkezler yalnızca fiziksel iyileşme sunmuyor; aynı zamanda ruhsal onarım için de bir alan sağlıyor. Onlar, hayvanların yalnızca yaşamasını değil, mutlu yaşamasını hedefliyor. Bu merkezlerde görev yapan bazı insanlar var ki, yalnızca yaptıkları işle değil, varoluş biçimleriyle içimizi ferahlatıyorlar. Onların varlığı, bu dünyanın hâlâ şefkatle şekillenebileceğine dair bir inanç aşılıyor insana. Yakın zamanda tanıma şansını bulduğum İbrahim de bu özel insanlardan biri. O, sadece bir hayvan fizyoterapisti değil; aynı zamanda hayvanların duygularını anlayabilen, onları sadece fiziksel birer hasta değil, ruh taşıyan, geçmişleri olan canlılar olarak gören bir gönül insanı. İşine duyduğu saygı, mesleki yetkinliğiyle birleştiğinde ortaya etkileyici bir tablo çıkıyor.

İbrahim’in yaklaşımında en dikkat çekici şey, sabır ve duygusal yakınlığın mükemmel bir dengeyle harmanlanmış olması. Her seans onun için yalnızca teknik bir müdahale değil; aynı zamanda bir güven inşası süreci. Travma yaşamış, belki de daha önce hiç insan eli tarafından sevgiyle dokunulmamış bir kedinin güvenini kazanmak, fiziksel iyileşmeden çok daha zorlu bir süreçtir. İşte O, bu güveni adım adım, telaşsız ve karşılıksız bir sevgiyle kuruyor. O, hayvanlara dokunmadan önce onlara sesleniyor, göz teması kuruyor, sonra nazikçe yanlarına yaklaşıyor. Her hareketinde saygı ve özen var. Engelli bir kedinin yeniden yürüyebilmesi için bazen haftalar, hatta aylarca süren bir terapi süreci gerekiyor. Bu süre zarfında kedinin yalnızca kasları değil; kalbi de yeniden çalışmaya, hayata yeniden bağlanmaya başlıyor. Onun en büyük başarısı da burada yatıyor: sadece bedeni değil, ruhu da onarıyor. Çünkü onun için iyileşmek; yeniden yürümekle değil, yeniden güvenmekle, yeniden oyun oynamakla ve yeniden sevilmeyi kabul edebilmekle mümkün. İşini hakkı ile yapan veteriner ve fizyoterapistler, mesleklerini kapalı duvarlar ardında yapmıyorlar; toplumu bilinçlendirmek, hayvanlara dair önyargıları yıkmak için de aktif olarak çaba gösteriyorlar. Sosyal medya üzerinden yaptıkları paylaşımlarla, fiziksel engelli hayvanların da kaliteli ve mutlu bir yaşam sürebileceğini anlatıyorlar. Bu sayede hem farkındalık oluşturuyorlar hem de hayvanlara dair sorumluluğun sadece uzmanlara değil, herkese ait olduğunu hatırlatıyorlar. Onlar gibi insanlar sayesinde hayvanlarla kurduğumuz bağ, sadece sahiplenme ve bakım üzerinden değil, gerçek bir anlayış ve ortak yaşam kültürü üzerinden yeniden tanımlanıyor.

 


Yorumlar

Popüler Yayınlar