ÖZLEMEK
Özlemek... Belki de insan olmanın en yalın tanımı. Birine, bir yere ya da bir ana olan özlem, bizi biz yapan duygulardan biridir. Her özlem, beraberinde bir hikâye taşır ve bu hikâyeler, yaşamın anlamını bulmamıza yardımcı olur. Ne kadar zor gelse de, özlemek bir armağandır. Ve o armağan, ruhumuza dokunan en derin melodidir. Aslında özlemek, insan ruhunun en saf, en çırılçıplak haliyle yüzleşmesidir. Bir sabah, yıllar önce ayrıldığın birinin sesini rüyanda duyduğunu düşün. Gözlerini açtığında, gerçekte var olmayan ama içini ısıtan o anın sıcaklığına sarılırsın. O his, özlemin ta kendisidir. Düşün bir kere, gözlerini kapattığında burnuna dolan o kokunun öznesi bir insan, bir şehir ya da belki bir an olabilir. Belki de bu koku, sabah serinliğinde annenden gelen mis gibi kahvaltı kokusudur ya da eski bir dostla paylaştığın deniz kenarındaki yosun kokusu... Her ne ise, seni geçmişin sıcaklığına çeker. Ama ne olursa olsun, özlemek daima bir boşluk bırakır yürekte. Çünkü özlem, hatıraların bir zamanlar ne kadar gerçek olduğunu hissettirirken, artık o anlara geri dönemeyeceğini de acı bir şekilde hatırlatır. O boşluk, yitip giden anların sessiz bir yankısı gibidir; dolmak bilmeyen, hep biraz eksik kalan bir his. Dokunamayacağın kadar uzak, ama unutamayacağın kadar yakın bir his... Öyle bir boşluk ki, ne kadar doldurmaya çalışsan da sızlar, durur. Birini özlemek, onunla geçen zamanın güzelliğini fark etmektir aslında. Anlamazsın o anların değerini, ta ki eksikliği tüm benliğini sarana dek. Sabah kahveni yudumlarken yanındaki boş sandalyeye gözün takılır; üzerinde onun unuttuğu ince montun olmadığını fark edersin. Yürüdüğün sokaklarda artık onun adı yankılanmaz, ama o sokakların köşelerinde beraber paylaştığınız kahkahaların yankısı hâlâ kulaklarında çınlar. Yanından geçen rüzgar, sanki onun nefesi gibi dokunur tenine, ama gözlerini açtığında gerçekte olmadığını bir kez daha anlarsın. İşte tam o anda, özlemek bir anda kanına karışır. Sadece bir duygu değil, nefes aldığın her anın bir parçası olur.
Bir şehri özlemek de başka bir yaradır. Mesela,
yıllar önce terk ettiğin o sahil kasabasını düşün. Sabahları martı sesleriyle
uyandığın, akşamüstü ılık rüzgârıyla içini huzur dolduran o yeri... Şimdi aynı
sokakları düşlemek, o sokakların artık yalnızca hafızanda var olduğunu bilmek,
yüreğinde ince bir sızı bırakır. Sokaklarını adımladığın, rüzgarında
savrulduğun o kenti bir kere ardında bıraktığında, o şehir artık sadece bir
mekân değil, hafızanın en güzel sayfası olur. Her kaldırım taşında bir anı, her
sokak lambasında bir tebessüm saklıdır. Mesela, seninle o akşamüstü yürüdüğümüz
dar sokakları hatırlıyorum. Gözlerimize çarpan sarı ışıklar altında,
birbirimize anlattığımız hayallerle dolup taşmıştık. Bir kaldırımda durup
kahkahalarla güldüğümüz o an, şimdi bu sokak lambalarına bakarken kalbime bir
sızı gibi işliyor. Ama zamanla bu tebessümler yerini bir burukluğa bırakır.
Çünkü özlemek, güzelliklerin arkasındaki hasrettir. Bazı anılar öyle derin bir
özlemle gelir ki, onları hatırlamak bile ürkütücü olur. Mesela, çocukken yaz
tatillerini geçirdiğin bir bahçeyi düşün. O bahçede kahkahaların yankılandığı,
rüzgarın ağaç yapraklarını dans ettirdiği o anları... Yıllar sonra o bahçenin
boş ve sessiz olduğunu bilmek, işte bu özlemi içini ürperten bir duyguya
dönüştürür. Sevdiğin birinin sesi kulağında yankılanır; bir şarkı çalar ve seni
alıp geçmişe götürür. Oradasındır artık, o anın içinde. Ama gözlerini
açtığında, sadece anıların sıcaklığı kalır avuçlarında. Sanki bir kış günü
elinde sımsıcak bir fincan tutmuşsun da, o sıcaklık hızla avuçlarından
kayıyormuş gibi... Anılar da işte böyledir; kısa bir an için seni ısıtır, sonra
ardında derin, geri dönülmez ve zamansız bir boşluk bırakır.
Özlemin en çetin yanı belki de ona bir son bulamamaktır. Çünkü bazen o özlem, dokunamadığın bir yüz, gidemediğin bir şehir ya da geriye alamayacağın bir zaman dilimidir. İnsanı tüketen, bu hisse bir çözüm üretememek ve sürekli o eksikliği hissetmektir. Mesela, bir sabah uyanıp sevdiğin birinin artık olmadığını fark ettiğin o ilk anda duyduğun boşluk... İşte bu, son bulamayan özlemin yükünü taşımaktır. Kavuşma ihtimali olmayan birine ya da geri gelmeyecek bir zamana duyulan özlem, insanı en çok büyüten şeydir. Çünkü biliriz ki, özlemek aynı zamanda kaybetmektir. Kaybettikçe öğreniriz; zamanın, varlığın ve sevginin değerini...Ama özlemek acıttığı kadar güzeldir de. Tıpkı dikenleri olan bir gül gibi; seni incitse de kokusu ve güzelliğiyle ruhunu besler. Özlem, acıyı ve sevgiyi aynı çatı altında buluşturur. Çünkü özlemek, sevdiğin bir şeyin, birinin ya da bir anın var olduğunu hatırlatır. Mesela, uzun bir yolculuk sırasında yıllar önce annenin yaptığı bir tatlının kokusunu hatırlarsın. O an burnuna dolan koku, bir yandan seni gülümsetirken bir yandan da derin bir hüzünle sarar. Hem sevdiğin şeyin gerçeğini hissettirir hem de ona olan uzaklığını derinleştirir. Bir zamanlar ne kadar dolu olduğunun, hayatında ne kadar renk olduğunun ispatıdır. Özlemin olmadığı bir hayat, sevginin de eksik olduğu bir hayattır belki de. Sevgiyi büyüten özlemdir belki de!
Ve belki de en güzel özlem, kendine duyduğun
özlemdir. Mesela, lise yıllarında hayal kurduğun o sessiz kütüphaneyi düşün.
Rafların arasında dolaşırken, dünyayı değiştirecek fikirlerin olduğunu
hissederdin. O anki cesaretin, o anki kendine güvenin... Şimdi o kütüphaneyi ve
o halini hatırlamak, hem içini ısıtır hem de bir zamanlar ne kadar özgür
olduğunu fark ettirir. Mesela, eskiden sahip olduğun o sınırsız hayal gücünü ve
cesaretini düşün. Çocukken geceleri gökyüzüne bakıp yıldızların arasında
kaybolduğun, her şeyin mümkün olduğuna inandığın o zamanı... Yıllar geçtikçe
unuttuğun o hisleri yeniden aramak, kendini özlemenin en derin şeklidir. Yitip
gitmiş, unuttuğun eski benliğin... Bazen bir an gelir ve kendini özlersin. O
eski cesur, mutlu ya da umut dolu halini…Ve işte bu özlem seni dönüştürür, seni
yeniden var eder ve sana kendi kimliğini sunar.
Eline kalemine sağlık, çok güzel olmuş.
YanıtlaSilÖzlemeye övgü... Muhteşem👏👏👏
YanıtlaSil