KÖY SİNEMASI...1977

 

Bazı anılar vardır, üzerinden ne kadar zaman geçerse geçsin, zihninizde hep canlı kalır. Yıl 1977… İlkokula gidiyorum ve her günümü köyün sakin ritmiyle dolduruyorum. O yaz, benim için yalnızca bir mevsim değil, çocukluğumun en güzel anılarının başladığı bir dönemdi. Köyde Yahya Abinin getirdiği sinema gösterileri, köy hayatının sıradan akışını bambaşka bir heyecanla doldurmuştu. Özellikle babamın sinemayı sevmesi, o akşamların daha da özel hale gelmesine neden olmuştu. Sinemaya bazen babamla bazen de Haşim Dayım ile giderdim ve her gidişimizde "Bugün yine Aroma içeceğiz, değil mi?" der ve film arasında mutlaka Aroma ısmarlardı. O turuncu kutuyu ellerimle sıkıca kavrar, yudumladıkça içimde bir sevinç dalgası yükselirdi. Sinemaya bazen Selami abi de gelirdi. Selami abi, Haşim dayımın en yakın arkadaşıydı. Sinema salonuna girerken yaptığı küçük şakalar, bana aldığı ufak atıştırmalıklar hep ayrı bir heyecan yaratırdı. İkisi bir araya geldiğinde kahkahalar eksik olmazdı. Film sırasında bazen Haşim Dayım eğilir ve kulağıma fısıldardı: "Bak şimdi, en heyecanlı sahne geliyor!" Ben de merakla gözlerimi ekrandan ayıramazdım. Sinemanın oynatıldığı Cevizli Kahve, köyün buluşma noktalarından biriydi. Dış cephesi badanalı, sade bir yapısı vardı. Kapının önünde birkaç eski ahşap sandalye yer alır, burada genellikle yaşlılar oturur, sigaralarını içer ve gün batımına doğru sohbet ederdi. Kapının hemen yanına koyduğu masanın üzerine teneke para kutusunu koyan Yahya Abi, sinema ücretlerini alırdı. Kahvehaneye girdiğinizde, eski ama sağlam ahşap masaların ve sandalyelerin düzenli bir şekilde sıralandığını görürdünüz. Ahşap masaların üzerinde yıllar boyunca bırakılmış çay bardaklarının halkaları hâlâ seçilebiliyordu. Sandalyeler, sağlam olmalarına rağmen uzun süreli kullanımdan ötürü hafif gıcırtılar çıkarırdı.

Cevizli Kahvehanenin ahşap zemini, yaz sıcağına rağmen serinliğini korur, çatlaklar ve aşınmalarla yılların izlerini taşırdı. Kahvehanenin duvarlarında, eski Türk filmlerinin afişleri yer alırdı. Cüneyt Arkın’ın Battal Gazi Destanı, Türkan Şoray’ın zarif pozları ve Ediz Hun’un karizmatik duruşu, bu afişlerle mekâna ayrı bir hava katardı. Bu afişlerin hemen yanında, köy takvimleri asılıydı. Bazıları aylar öncesine ait olsa da, kimse onları indirmeye kıyamazdı. Bu takvimlerin her yaprağı, zamanın bu köyde nasıl ağır ve huzurlu aktığını hatırlatırdı. İleride bir köşede çay ocağı bulunurdu. Çay ocağının başında Ethem’in Mustafa sürekli hareket halindeydi. Bir eli ince belli bardaklara çay doldururken, diğer eli sürekli alnındaki teri silmekle meşguldü. Çayın sıcak ve buğulu kokusu, kahvehanenin her köşesine yayılır, içerideki atmosferi bir huzur perdesiyle sarardı. Çay bardaklarının birbirine çarpma sesleri, ocağın arkasından duyulan hafif çıtırtılarla birleşince kahvehanenin kendine has bir melodisi oluşurdu. O yaz, sinema gecelerinde Cevizli Kahve bir başka güzelleşmişti ve dahası o akşam neredeyse herkes oradaydı. Veli amca, derin bir nefesle çayını yudumluyor; Mustafa Çavuş, masada oturup eski günlerden konuşuyordu. Kör Hasan’ın Muslu, sessizce perdedeki görüntülere bakarken; Kürt Hasanların İhsan, yanındaki çocuklara bir şeyler anlatıyordu. Yukarı mahalleden Kurt Ali’nin Mehmet, Konyalılardan Şevket abi ise sigaralarını yavaşça tüttürüyorlardı. Hacı Galip’in Ethem ise bir köşede sigarasını gizli gizli içiyordu. Beni gördüğünde ‘gir lan içeri’ dediğinde panikle kaçmıştım.

Nihayet vakit gelmişti. Kahvehanenin rotasında sallanan lambalar söndürülmüş, yerine duvarlarda adeta bir nöbetçi gibi asılı duran mavi ve kırmızı ışık yayan floresan lambalar devreye girmişti. Makaranın dönmesiyle birlikte perdeye Cüneyt Arkın’ın Battal Gazi Destanı yansıdı. İlk sahnede Battal Gazi’nin atıyla köyden köye koşturduğu görüntüler perdede belirirken, kahvehanenin içinde derin bir sessizlik oldu. Sinema makinesinin hışırtısı, oyuncuların sesleriyle birleşerek kahvehaneyi dolduruyordu. O ses benim için büyüleyiciydi. Sinema arası verildiğinde, kahvehanede bir anda hareketlilik başlardı. Herkesin kendine özgü bir alışkanlığı vardı bu molalarda. Sinema arası sadece 10 dakikaydı, ama bu kısa süre içinde köy halkı kendi ritmini yaratırdı. Tuvalet ihtiyacı olanlar, hızla evlerine doğru koşturur, kahvehaneden dışarı taşan ayak sesleri köyün sessiz gecesini kısa süreliğine canlandırırdı. Bu koşuşturma sırasında kahvehanenin önünde oturan büyükler, ayaklarına dolanan çocukları gülümseyerek izlerdi. Kahveye ismini veren bahçedeki asırlık ceviz ağacının altında ise başka bir hareketlilik yaşanırdı. Sigara içenler, ceplerinden özenle çıkardıkları sigaralarını yakar, yavaşça dumanlarını gökyüzüne üflerdi. Bazıları, cebinden çıkardığı tütün kesesini özenle açar, dikkatlice tütün sarardı. O sırada birbirlerine hafifçe yaslanan ceviz dalları, rüzgârın dokunuşuyla hışırdar, bu hışırtı insan seslerine karışarak bahçeye eşsiz bir melodi katardı. Gecenin tatlı serinliği, sigara dumanının ağır kokusunu taşır, bu koku ceviz ağacının gölgesinde oturanların sohbetlerine eşlik ederdi. Çocuklar, arayı fırsat bilip ceviz ağacının çevresinde koşar, gazoz şişelerini birbirine vurup küçük oyunlar oynardı. Bazıları ellerindeki gazoz şişelerinin tıpasını yere atar, çıkan sesle neşeyle gülerdi. Kahvehanenin içindeki büyülü atmosferden kaçan bu kısa özgürlük, onların çocuk yüreğinde tarifsiz bir mutluluk bırakırdı. Ethem’in Mustafa, sinema arasını kendi küçük telaşıyla doldururdu. Peşkirini boynuna asar, bir elinde çay tepsisi, diğer elinde gazozlarla hızlı adımlarla masalar arasında mekik dokurdu. Çayın sıcak buğusu, yorulmuş yüzüne karışırdı. Kimi masalara çay yetiştirirken kimi müşteriye gazoz servisi yapar, arada bir durup alnındaki teri silerdi. Aranın ardından içerideki mavi kırmızı floresan lambalar yeniden yanardı. Bu ışıklar, mekânın atmosferini bir anda değiştirir, adeta bir sahne tiyatrosuna dönüştürürdü. Sinema makinesi yeniden çalışmaya başladığında, makaranın çıkardığı hışırtılı ses her yanı doldururdu. Bu ses, perdede beliren oyuncuların güçlü diyalogları kadar kahvehanenin ruhunu yansıtan bir melodi gibiydi. Bugün düşündüğümde, o sinema gecelerini özlememe neden olan şeyin yalnızca perdede beliren hikâyeler ya da kahramanların sesleri olmadığını fark ediyorum. Asıl özlediğim, sinema makinesinin döndükçe çıkardığı o kendine özgü mekanik sesti. O ses, bir çocuk olarak beni hayaller dünyasına taşıyan bir yolculuğun başlangıç işaretiydi. Şimdi, o hışırtıyı her düşündüğümde çocukluğumun saf mutluluğu zihnimde yeniden canlanıyor. Sinema geceleri, Cevizli Kahve’nin sıcak atmosferinde bir kutlama gibiydi. O günlerin saflığı ve huzuru şimdi benim için en kıymetli hatıra.

 

Yorumlar

Popüler Yayınlar