VEDA
25 Şubat Salı günü teyzemi uzun
süren bir tedavi süreci sonrasında kaybettik. Bu yazıyı yazarken acının
sıcaklığı ve ayrılığın yani vedanın hüznü üzerimizde idi. Ölüm insanın her şeye
ve herkese en büyük vedasıdır. Veda, bir insanın hayatında en çok iz bırakan
kavramlardan biridir. Hayatımız boyunca pek çok kez vedalarla yüzleşiriz; kimi
zaman bir dosttan, kimi zaman bir sevgiliden, kimi zaman bir şehirden. Ancak,
vedaların en büyüğü ve en sarsıcı olanı, ölümle gelen vedadır. Bir insanın
ölümü, sadece onun kendi varoluşunu sona erdirmekle kalmaz, geride kalanların
dünyasında da derin bir boşluk açar. Her ölüm, bir hikâyenin yarım kalışı, bir
nefesin sonsuza dek kesilişi ve bir kalbin artık çarpmayacak olmasıdır. Ölen
kişi için zaman durmuş, yaşam perdesi kapanmıştır. Ancak geride kalanlar için
zaman, bu boşluğu hissederek akmaya devam eder. Bu, en acımasız vedadır; çünkü
geri dönüşü yoktur. Bir insanın kaybıyla birlikte, onunla paylaşılan anılar
birer hazineye dönüşür. Her bakış, her kahkaha, her dokunuş, bir daha
tekrarlanamayacak birer anıya dönüşür. Geriye sadece fotoğraflar, birkaç eski
eşya ve yürekten gelen bir özlem kalır. İnsan, veda etmek istemese bile ölüm,
kendi hükmünü dayatır. Bu zorunlu vedada, geride kalanlar bir yandan acıyla
kıvranırken, diğer yandan yaşamın devam ettiğini fark etmek zorunda kalır. Bu
fark ediş, kimi zaman suçluluk duygusunu da beraberinde getirir. Hayatta
kalmanın ağırlığı, kaybedilenin ardından yaşanan her mutlulukta kendini hatırlatır.
Ancak bu, insan olmanın bir parçasıdır; çünkü hayat devam ettikçe, acıyla
mutluluk yan yana yürümeye devam eder.
Ölümle gelen veda, aynı zamanda hayatın ne kadar kısa ve kıymetli olduğunu da hatırlatır. Bir insanın varlığına duyulan sevgi, onun yokluğunda daha da belirginleşir. Kaybedilenin ardından gelen o sessizlik, bazen en derin bağırıştan daha ağırdır. Bu nedenle, sevdiklerimizle geçirdiğimiz her an, bir armağan gibi kıymetlidir. Çünkü o anlar, sonsuzluğun içinde küçücük bir iz bırakır. Yaşamın bu izlerle şekillendiğini, her bir anının birbirine tutunarak bizi biz yaptığını fark ederiz. Bazen bir sıcak çay eşliğinde yapılan sohbet, bazen bir sabah yürüyüşü, bazen de bir vedalaşma anı, o izlerin en derin olanlarından biri haline gelir. İşte bu yüzden, bir insanın ölümü yalnızca bir kayıp değil, aynı zamanda hatırlamanın ve değer vermenin en yoğun yaşandığı zamanlardan biridir. Ancak ölüm, her ne kadar sert ve acımasız bir gerçeklik olsa da, bir öğretmendir aslında. Bize her günün değerini, her nefesin önemini ve her sevginin kutsallığını öğretir. Ölüm, yaşamı daha anlamlı kılar; çünkü onsuz, hayatın sonu gelmez bir hikâye gibi anlamsız olabilirdi. İşte bu yüzden, ölümle gelen vedalara rağmen, hayatı sevgiyle ve farkındalıkla yaşamak, geride kalanların en büyük tesellisi olmalıdır. Ölümle yüzleşmek, çoğu zaman bir sınav gibidir. İnsan bu sınavda, kendi gücünü ve sevdiklerinin kalbindeki yerini daha iyi kavrar. Ölen kişinin ardından gelen yas süreci, aynı zamanda bir yeniden doğuşun başlangıcı olabilir. Çünkü bu süreç, insanın kendi hayatını daha derinden sorgulamasına ve yaşamın kıymetini daha iyi anlamasına vesile olur. Yine de, ölümün getirdiği vedayı kabullenmek, ölüm sonrası hayat ve cennetin varlığına olan inançla kolaylaşabilir. İnsan, sevdiği kişilerin fiziksel olarak yanından ayrıldığını kabul etmekte zorlansa da, onların başka bir boyutta, daha güzel bir yerde olduğuna inanmak, bu ağır yükü hafifletebilir. Ölüm, o zaman sadece geçici bir ayrılık, ruhların başka bir hayatta buluşacağı uzun bir yolculuğun başlangıcı haline gelir. İnanç, kaybın getirdiği derin acıyı, umuda ve sabıra dönüştürür. Sevdiği kişilerin cennette huzur bulduğu ve sonsuz mutluluğu tattığına inanmak, geride kalanlar için bir teselli kaynağıdır.
Cennet inancı, vedaları yalnızca bir son değil, aynı zamanda bir yeniden kavuşma umudu olarak görmeyi sağlar. İnsan, sevdiği kişilerin sonsuz huzur ve mutluluk içinde olduğunu hayal ettiğinde, bu düşünce yasın getirdiği karanlığı bir nebze de olsa aydınlatır. Cennetin varlığı, yaşamın ötesinde bir anlam olduğunu, kayıpların bir daha buluşma ihtimaliyle telafi edilebileceğini hissettirir. Bu umut, sadece geride kalanların acısını hafifletmekle kalmaz, aynı zamanda yaşamda daha erdemli, daha sevgi dolu bir yol izleme arzusunu da güçlendirir. Çünkü ölümden sonra var olduğuna inanılan bu ebedî yer, bir kavuşma noktası, bir sevgi durağı olarak düşünülür. Sevdiğiniz kişinin bir gün yine sizinle olacağına olan inanç, yaşamı daha anlamlı ve dayanılır kılar. Böylece, ölüm yalnızca bir son değil, ebediyetin kapısını aralayan bir geçiş olur. Çünkü ölüm, sadece bir son değil, ebediyetin kapısını aralayan bir geçiştir. Sonunda, ölümün getirdiği veda, sadece bir ayrılık değil, aynı zamanda bir başlangıçtır. Sevdiklerimiz fiziksel olarak yanımızda olmasa da, onların bıraktığı izler, öğretiler ve sevgiler, yaşamımızın bir parçası olarak bizimle kalır. Bu yüzden ölümle gelen veda, bir son değil, başka bir boyutta devam eden bir bağdır. O bağ, ne zaman bir anıya gülseniz, ne zaman bir kokuyu hatırlasanız, ne zaman bir şarkıyı dinleseniz, size kendini hissettirecektir. Ve her hatırlayışta, sevdiğiniz kişiyi aslında kaybetmediğinizi, onun sizinle yaşamaya devam ettiğini fark edeceksiniz. Ölümle gelen veda, bu yüzden bir yokluk değil, varlığın farklı bir biçimidir. Sevdiklerimizin yüreğimizde bıraktığı o eşsiz sıcaklık, hayatın içindeki en büyük mirastır.
Öncelikle dolu dolu bir baş sağlığı dilemek istiyorum. Vedalar her daim olacak olsa da, o kişiyi, şehri, olguyu içimizde yaşatacak olanlar yine biziz. Bu gücün sizin de içinizde olduğundan şüphem yok.
YanıtlaSilSağlıcakla kalın.
~Kor
çok çok başın sağolsun abilerin gülü sevdiklerimiz hala hayattayken onlara sarılmak sevdiğimizi söylemek halen hayattayken kıymetini bilmek lazım ve her veda bir son değildir elbet bir gün sevdiklerimizi tekrar göreceğiz diğer alemde Allah mekanını cennet eylesin…
YanıtlaSil